İnsan sıkılmak ile başını belaya sokmak arasına sıkışmıştır. En azından birçok felsefeci bunu iddia eder. Sıkılma hissini sıklıkla görmezden gelir, öyle hissettiğimizde de hemencecik kurtulmaya çalışırız. Ama can sıkıntısının içinde kaldığımızda bir sonraki aşamanın canlılık, anlam ve arzuya gebe olduğunu görebiliriz. Tıpkı annelerimizin ve babalarımızın dediği gibi, sıkı can iyidir, çabuk çıkmaz. Ancak bu yazıyı sıkılmayı kutsamak için değil, sıkılmanın ve tekrarın da zengin deneyimler olduğunu göstermek üzere yazıyorum, bu nedenle bu soyut girişe bir son verip ne anlatmaya çalıştığımı somutlaştırmaya çalışayım.
Bu yazıyı yazmama vesile olan olay birkaç gün önce başıma geldi. Oturmuş, bilgisayarda bir şeyler yazarken çok sevdiğim, ama pek de yeni olmayan bir albüm dinliyordum. İçten içe de ‘dinleyecek yeni bir şeyler olsa keşke’ diye düşünüyordum. Albümü baştan sona hiç yoksa 20-30 kere dinlemişimdir. Kısacası ne albüme ne de şarkılara dair yeni hiçbir şey yok o an. Ve sonra bir şarkı çalmaya başladı, yine yeni olmayan, hiç de yabancı gelmeyen bir şarkı, fakat bu sefer çok farklı hisler uyandırdı. Önce kendimi şarkıyı üst üste dinlerken buldum. Sözlerine ilk defa bu kadar dikkat ediyordum. Çok hoşuma gitti! Sonraki birkaç gün boyunca şarkıyı defalarca dinledim. Bu küçük, çok da önemli görünmeyen olay üzerine ve tekrarlar ile sıkılmak üzerine düşünmeye başladım. Ne olmuştu da aynı ve tekrar gibi görünen bir deneyim bir anda başka bir boyut kazanmıştı?
Sıkılmak birçok düşünürün kafa yorduğu bir olgu. Sıkılmanın tarihi ve anlamları başka bir yazının çok keyifli bir konusu olabilir. Ancak filozofların ve düşünürlerin sıkılmak hakkında söylediklerine bakmak yerine ‘sıkıldığımızda ne oluyor?’ sorusuna odaklanmak isterim. Kısacası kendi sıkılmalarına fenomenolojik olarak bakmaya çalıştım. Gördüğüm ise tekrarlar ve aynılık oldu. Gerçekten de, sıkılırız çünkü yaşadıklarımız aynı gelir, hep aynı şeyleri tekrarlıyoruzdur. Bir filmden sıkılırız, çünkü izlediğimiz 100. Hollywood tipi romantik komedidir ve hepsinin basma kalıp bir senaryosu ve akışı vardır. Sıkılırız çünkü haftanın beş, belki de altı günü hep aynı rutini tekrar ediyoruzdur, bizi heyecanlandıracak yeni hiçbir şey yoktur.
Bir şekilde tekrar olanın, aynı olanın, değişiklik getirmeyenin sıkıcı olması gerektiğine dair bir inancımız var. Her şey aynı ve tekrarlayıcı geldiğinde hayatımızda bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünmeye başlarız. Danışanların bile bir bıkkınlık hissiyle gelip seansa ‘bir değişiklik yok, her şey aynı, bir şey olmadı bu hafta’ gibi bir cümleyle başladıkları çok olur. Bu cümleyi her duyduğumda bir yanım onlarla beraber ‘yenilik yoksa hiçbir şey olmamış demektir’ kandırmacasına katılırken, diğer yanım yoğun bir şaşkınlık yaşar. İki seans arasında 6 gün 23 saat geçmiştir ve nasıl hiçbir şey olmamıştır? Bu tip bir giriş cümlesine cevabım genellikle ‘o zaman aynı olanı anlatın’ olur. Ve sonra ‘hiç bir şey olmayan’ haftadan konuşmaya değer neler çıktığını beraberce görürüz.
Aslında aynılık veya tekrar bir çelişki sunar bize; bir yandan evet, hayat tekrarlardan oluşur ve aynılık çok fazladır, ama bir yandan da o aynı olana yakından baktığımızda hayatımıza dair önemli bir içgörü kazanabiliriz. Yeter ki yakından bakmaya istekli olalım.
Bu noktada vurgulamak istediğim, aslında hayatın döngülerden oluştuğu ve bir tekrar olduğu. Her gün, günün bir saatinde uyanıyoruz, bir şeyler yapıyoruz, başka bir saatinde uyuyoruz. Acıkıyoruz, yemek yiyoruz, sindiriyoruz, boşaltıyoruz, bir daha acıkıyoruz. Bizi heyecanlandıran bir şeyler buluyoruz, büyük bir şevkle peşlerinden koşuyoruz ve sonra bir noktada heyecanımız bitiyor. Kısacası hayatta her şey, ama her şey bir döngünün parçasıdır. Tekrar ve aynılığın dışına hiçbir şey düşmez.
O zaman hayat sıkıcı mı olmak zorundadır? Hayır. Eğer bu döngüleri sıkıcı buluyorsak o zaman bu, bizim kendi hayatımızı bize iyi gelecek, anlamlı olacak şekilde kurgulamadığımız anlamına gelir.
Friedrich Nietzsche’nin ünlü bir testi vardır, gelin beraber yapalım. Yapayalnız olduğunuz bir gece aniden bir iblis sizi ziyarete gelir (iblis zararsız, korkmayın☺) ve şöyle der: “Bu yaşadığın ve sahip olduğun hayatı defalarca yaşayacaksın, iyisiyle kötüsüyle her noktasını bir daha bir daha deneyimleyeceksin”. Ne yapardınız? Üstüne atlayıp iblise küfürler yağdırıp onu benzetmeye mi çalışırdınız, yoksa inanılmaz bir huzur ve mutlulukla iblise sarılıp teşekkür mü ederdiniz? Bu küçük masala ilk tepkiniz, kendi hayatınıza nasıl baktığınızı gösterir.
Tekrarların dışına çıkmayacaksak, her şey hep aynı olacaksa, bize düşen tek şey öyle bir rutin yaratmak olmalı ki, onu sonsuza dek tekrar etmek isteyelim. Siz bugünkü hayatınızı defalarca tekrar edip içinde sonsuza dek yaşamak ister miydiniz?